top of page

Pembe Fili Düşünme - Zeynep Selvili Çarmıklı

  • Yazarın fotoğrafı: Tuğçe Açar
    Tuğçe Açar
  • 23 Oca 2021
  • 5 dakikada okunur

"İşin sırrı kabul etmekten geçiyor: anlık deneyimlerimizi ve kendimizi kabul etmek."

"Olumlamalar yaparak pozitif düşünmeye çalıştım. İnternet üzerinden nefes kursları araştırdım, hayli dua ettim yetmedi anneme de dua ettirdim. Benden daha zor koşullarda yaşayan insanları düşünüp kendime "bu da dert mi" dedim. Bunun dert olmadığına kendimi ikna etmek için mücadele verdim. Bol bol uyudum. Bilmem belki de uyku kurtuluş oluyordu acılardan…"

"Deneysel kaçınmaya örnek bir tür oyun oynamaya başladığının farkında değildim o zamanlar. Deneyimsel kaçınma, duygu ve düşüncelerimiz gibi öznel olan bir başkasının gözlemleyemeyeceği, biz söylemeden bilemeyeceği içsel deneyimlerimizden kaçınmak onları kontrol etmeye çalışmak demektir."

"Depresyonda olan biri ise yaşadığı üzüntü ve acıdan kaçabilmek için uyumayı seçebilir. Acı duygular hissetmesin, geçmiş veya gelecek ile ilgili düşünceler aklına gelmesin diye kendini alkole verebilir. Depresyon ile çok sık rastlanan bir diğer kaçırma ve kontrol stratejisi ise kişinin depresyonun mutsuzluğunu nedeni bulmak için tekrar tekrar aynı şeyleri düşünmesidir. 'Bende ne sorun var?', 'Neden bu kadar acı çekiyorum?', 'Niye sürekli olumsuz düşünüyorum?', 'Neden her şeye kafanı bu kadar takıyorum?' gibi. Bu davranışın psikolojideki adı ruminasyondur. Ruminasyon, bir nevi zihinsel geviş getirmektir. Nasıl ki bazı otçul hayvanlar besinleri tekrar tekrar çiğnerler. Biz insanlar da mutsuzluğumuzun, acı çekmemizin, endişelerimizin nedenlerini olası anlamları ve sonuçları üzerine tekrar tekrar düşünür durumu enine boyuna analiz ederiz. Ruminasyonun altında yatan neden, eğer nedenin anlayabilirsen çözebilirim çözebilirsen de bu duygulardan bu düşüncelerden kurtulabilirim inancıdır. Ruminasyon dışarıdan masum görünebilen bir stratejidir bizlere bir çözüm bulma yolunda olduğumuz yanılgısını verir fakat ruminasyon ancak ve ancak daha fazla üzüntüye ve strese sebep olur. Zira bir şey hakkında düşünmek onu bize daha çok sık hatırlatır."

"Hayatıma geri kazanmak için bana rahatsızlık veren acı veren olumsuz duygu ve düşüncelerden kurtulmaya çalışmak çözüm değil sorunun ta kendisiydi. Çünkü insan bastırdıklarının esiri olur."

"Bastırdığımız duygu ve düşüncelerimizin nasıl da esiri olabileceğimizi, aslında duygu ve düşüncelerimiz üzerinde sandığımız kadar da kontrolümüz olmadığını, işin içine bilim girmeden önce, 1863 yılında, "Kendinizi bir kutup ayısı düşünmemeye zorladığınızda o lanet şeyin her dakika aklınız geldiğini göreceksiniz" diyerek örnekliyor. Oysa bize duygularımızı bastırmayı öğrettiler!

"Küçük yaştan itibaren bize duygu ve düşüncelerimizin kontrolümüzde olduğu, hissedip düşündüklerimizden hoşlanmıyorsak onlardan kurtulmamızın veya uzak durabilmemizin mümkün olduğu mesajını verdiler."

"Sembolik ilişkilendirme becerimiz fiziksel olarak aslanlardan, kaplanlardan, gorillerden, çitalardan ve diğer tüm güçlü ve hızlı canlılardan hayli küçük, çelimsiz ve yavaş olmamıza rağmen yaşadığımız dünyanın kralı olmamızın sebebi. Sembolik ilişkilendirme becerisi yalnızca biz insanlara mahsus. Ve bu becerimiz türümüzün dil geliştirmesine olanak vermiştir."

"Bazı olaylar hakikaten üzücüdür. Bahsettiğim köpek için geçirdiği kazanın gerçekten üzücü olması gibi bizler için de sevdiğimiz birini kaybetmek, sevgilimizden ayrılmak, boşanmak, işimizden olmak önemli bir sınavda başarısız olmak, kaza geçirmek, hastalanmak oldukça üzücüdür Bu tip olaylar karşıda hissettiğimiz üzüntü korku öfke ve şok duyguları çok doğal çok temizdir Bu tip olaylar karşısında üzgün hissetmek çok insani bir cevaptır. Böyle zamanlarda kendimize duygularımızı yaşamak için izin verirsek bir süre sonra ne kadar büyük ne kadar acı olursa olsun duygumuz yatışacaktır çünkü hiçbir acı baki değildir, her duygunun bir vadesi, bir yaşam süresi vardır."

"Listeniz bittiğinde kaç kelime yazdığınızı hesaplayın. On tane yazabildiniz mi? Yirmi? Elli? Ben bu alıştırmayı kendim için ilk yapışımda otuz sekiz etiket bulmuştum. Tahminim hala kendiniz için kullandığınız tüm etiketleri kağıda dökmemiş olduğunuz yönünde. Bu tahmini nasıl mı yapıyorum? Çünkü biz insanlar, isimlendiren kategorize eden ve sınıflandıran canlılarız. Olur da burada yaptığım şeyin etiketleme yapmanın kötülüğünü işaret etmek olduğunu düşünüyorsanız kendimi açıklamak isterim: Kötü bir şey değil. İnsani bir şey. Doğamızda var, bir etiketleyen yaratıklarız."

"Hem kendimizi hem de çevremizi etiketlemek, sürekli değişen dünyada bir istikrar yakalamamızı sağlıyor. Hayattaki yolumuzu bulmamıza yardımcı oluyor. Bu yolculukta bize yardımcı olmak için ebeveynlerimiz, dünyaya adım attığımız andan itibaren çevremizdeki nesne ve durumları etiketlemeye başlıyor. "Kimmiş bu?", "Baba gelmiş.", "Göster bakayım ayaklarını bana." Kimin veya neyin güvenilir ve iyi olduğunu aynı şekilde kimin veya neyin aynı derecede kötü ve güvenilmez olduğunu öğreniriz."

"Kendimizi yardımsever, sevecen, zeki, eğlenceli, güçlü bulmanın nesi kötü olabilir Allah aşkına? Kendini aptal, sıkıcı, sevimsiz, çirkin, başarısız bulmaktan daha iyi değil midir en nihayetinde?"

"Nokta koymakta aceleci davranmasak bu kadar, kendimizle ilgili cümleleri kısa tutmasak, olduğumuz veya olabileceğimiz kişiye olan bakış açımızı genişletsek, olasılıklara yer açsak nasıl olur? Böylesi hem daha sağlıklı hem daha işlevsel hem de psikolojik olarak daha esnek olabilmemizi sağlar. Örneğin "Genelde kibar bir insanım ancak biri beni zorlarsa bu kibarlığımı kaybedebilirim." desek daha hoş olmaz mı? "Çoğunlukla adil biriyimdir; ancak zihnimin daha tahlil etmediğim karanlık köşeleri de yok değil" desek veya "Güçlüyüm ve aynı zamanda, yeri geldiğinde üzüntümü, sıkıntımı, arkadaşlarımla paylaşır, onların desteğine ihtiyaç duyarım" desek daha özgür olmaz mıyız?"

"Bu durumu belki de en iyi, Sezen Aksu bir şarkısında "Bir bedende kaç kişiyiz?" diyerek anlatmıştır. Her birimiz oldukça kalabalığız. Yer, zaman, duygu ve koşullara göre çok farklı sıfatlar giyebilir, çok farklı davranışlar sergileyebiliriz. Hiçbirimizin tüm gerçekliğini kapsayan tek bir kelimeden bahsedemeyiz. Ne "aptal" ne "başarısız" ne "iyi bir arkadaş" ne "sabırlı" ne "utangaç" ne de "özgüvensiz". Tek bir şey değiliz çünkü biz, çok fazla şeyiz."

"Bedeniniz değişmesine rağmen siz olarak kaldıysanız, siz bedeniniz değilsiniz demektir. Bedeninizde oluşan değişimleri düşünün…Yaşınız değişti, kilonuz değişti, boyunuz değişti…Kendinizi bazen daha yorgun bazense daha güçlü hissettiniz. Bu değişimleri fark eden sizi düşünün; yargılamadan, etiketlemeden sadece farkına varan kişiyi, tüm bu değişimlerin farkına varan kişiyi… Aynı şekilde hayatta edindiğiniz rollerin değişimine odaklanın. Bu hayata birinin çocuğu olarak başladınız. Sonra bu süreç kardeş, eş, ebeveyn olmanızla devam etti belki de. Başka roller edinmiş de olabilirsiniz; çalışan, ekip arkadaşı ya da müdür gibi. Bu rollerin hiçbiri siz tam anlamıyla tanımlayamaz. Çünkü rolünüz, siz değilsiniz. Siz, hep sizdiniz.

"Uçağa binmek istiyorum ama korkuyorum"

"Uçağa binmek istiyorum ve korkuyorum"

Bu birbirine oldukça benzeyen iki cümle arasında bir fark var mı? Siz üzerine düşünürken ben de bir yandan kendi gördüğüm farktan bahsedeyim. "Ama" keskindir. "Ama", sen varsan ben olamam demektir. Hareket etmek için duygunun geçmesini, düşüncenin değişmesini önkoşul belirlemektir. "Ama" hayat ile arana tek kelimelik bir duvar örmektir. Gücünü toplamak için verdiğin mola yerinden ziyada yolculuğuna son vermektir. Arzu etmediğin bir yere yerleşmektir. Oraya saplanıp kalmaktır. "Ve" özgürleştirir bizi. Duygu ve düşüncelerin esaretinden kurtarır bedeni. Hafifletir. Bir duygu ile, bir düşünce ile birlikte -ne kadar bize rahatsızlık verse de- hareket edebileceğimizi gösterir. Zordur zor olmasına ve mümkündür. "Ve" zihnimizle aramıza mesafe koyar. Farklı olasılıkların farkına varmamızı sağlar.

"Şu anı nasıl olması gerektiği ile meşgul olmak yerine nasıl olduğuyla ilgilenebilirim."

"İnsan hariç, başka hiçbir canlı acı çektiğinde kendine kızmaz, korktuğu için kendini aşağılamaz, bir şey yolunda gitmediğinde kendini suçlamaz."

"Kırmızı kalemlerle çiziyorum altını: Kendinizi bir daha asla eleştirmeyeceksiniz."

"Fakat bir şey değişti o gün. O gün ben elimi kalbimin üstüne koydum ve kendime normalde söylemediğim şeyleri, başkalarından aylardır belki de yıllardır duymak istediğim şeyleri kendi kulağıma fısıldadım. Ve duyduklarım kalbimi açtı kendi kendimi söylediğim sözler bende fizyolojik bir reaksiyona sebep oldu. Bunun bilimsel bir açıklaması olmalıydı. İşte o günden sonra Psikolog Paul Gilbert'ın, Kristen Neff'in ve 2017 senesinde öğretmenim olacağından o yıllarda bihaber olduğum Christopher Germer'ın çalışmaları sayesinde öz-şefkatin bilimsel yönünü araştırmaya başladım."

"Şefkatli tarafım, zaman zaman yanlış seçimlerde bulunmanın, hata yapmanın, kusurlu olmanın ne kadar insani olduğunu biliyor. Bu nedenle beni yargılamıyor, utandırmıyor, pohpohlamıyor da. Dürüst. Dürüst ve şefkatli. Bana anlayışla, incelikle, hassasiyetle, şefkatle yaklaşmasına rağmen tüm davranışlarıma göz yuman bir tavırda değil. Nazikçe, sevgi dolu bir tutumla bana, kendi değerimle örtüşen yolu gösteriyor. Beni, bana uzun vadede en iyi gelecek olan davranışı seçmem için motive ediyor. Ben kanepede oturmuş televizyon izlerken yanıma geliyor ve "Biliyorum şu an korkuyorsun. Öğrendiklerini, bildiklerini, hayatında işe yarayanları bu kitaba aktarmanın senin için ne kadar önemli olduğunu biliyorum. Güzel bir iş çıkarmak istediğini biliyorum. Eğer yaptığın şeye bunca değer vermeseydin bu denli zor gelmezdi. Gel bi' yirmi dakika yazı yazalım, sonra ara verir, televizyon izlemeye devam edersin istersen. Korkuyu da yanımıza alıp bir adım atalım." diyor. Bu halimle kabul edilemez olduğum için değil, benim için en iyisini istediği için bu değişikliği yapmamı istiyor."

"Bizler yalnızca yaptıklarımızı kontrol edebiliriz, yaptıklarımızın doğuracağı sonuçlar tamamen elimize değildir."

 
 
 

Comments


bottom of page